Powered By Blogger

11 Nisan 2018 Çarşamba

FATMA DEĞİRMENCİ’NİN İMAMOĞLU İLÇESİ MONOGRAFİSİ ADLI YÜKSEK LİSANS TEZİ ÜZERİNE ELEŞTİREL BİR BAKIŞ


Şamil YAZAN
Araştırmacı-Yazar

İmamoğlu üzerine yapılmış yüksek lisans çalışmasını ilk duyduğumda çok sevinmiştim. Çünkü İmamoğlu üzerine yapılmıştı. Ayrıca benim gözümde yüksek lisans çalışması kalfalık eseridir. Yani ilmi bir kisve taşır. Şunu itiraf etmeliyim ki tezin içeriğine bakınca biraz da hayal kırıklığına uğradım.  İşte bu yazımda hayal kırıklığının sebeplerini anlatırken bu tezi de biraz olsun tanıtmış olacağım.
Tez, Fatma Değirmenci tarafından yüksek lisans tezi olarak Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalına 2009’da sunulmuş ve enstitü tarafından kabul edilmiştir. Tez adından da anlaşılacağı üzere halk kültürü üzerine yapılmış bir çalışmadır. Bu yüzden tezin halk kültürüyle yapılmış yönüyle ilgilenmeyip tezin İmamoğlu tarihi ile ilgili kısmı bu yazının temel konusudur.
Tez çalışması giriş, kaynakça, sözlük ve ekler hariç yedi bölümden oluşmaktadır. Tez çalışmasının giriş bölümünde İmamoğlu’nun tarihi, coğrafi yapısı ve sosyal yapısı anlatılmaktadır. Birinci bölümünde İmamoğlu’nun inanç yapısı anlatılmaktadır. İkinci bölümde İmamoğlu’nun giyim ve kuşamından bahsedilmiştir. Üçüncü bölüm törenler adını almaktadır. Dördüncü bölümde halk hekimliğinden bahsedilmektedir. Beşinci bölümde İmamoğlu’nun mutfak kültüründen bahsedilmektedir. Altıncı bölüm ise İmamoğlu’nun çocuk oyunlarına ayrılmıştır. Yedinci bölümde de İmamoğlu’nun sözlü edebiyatından bahsedilmektedir.
Tez toplamda iki yüz altmışaltı sayfa olup İmamoğlu’nun tarihine ayrılan kısım altı sayfadır. İmamoğlu’nun tarihine ayrılan bu altı sayfa da kendi arasında üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm “Araştırma Yerinin Tarihî Gelişimi” adını taşımaktadır. Bu bölümde “Kozan Sancağı, Çiflikât-ı Hümâyûn, İşgal Yıllarında İmamoğlu, Cumhuriyet Yıllarında İmamoğlu” adlı bölümlerden oluşmaktadır. İkinci bölümde İmamoğlu’nun adı üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde ise İmamoğlu’nun tarihi yerleri üzerinde durulmuştur. İşte tezin bu kısmına eleştirilerimiz olacaktır. Çünkü uzun süreden beri İmamoğlu tarihi üzerine çalışan biri olarak böyle bir hakkımızın olduğunu düşünüyorum. Bu teze yapacağımız eleştirileri madde madde sıralamaya çalışacağım.
1. Tezin İmamoğlu tarihi ile ilgili kısımların da hep aynı kaynak dipnot(toplamda yirmi) olarak kullanılmış ve başka bir kaynak kesinlikle dipnot olarak kullanılmamıştır. Bu kaynağın künyesi şudur: Recai Akyel, İmamoğlu, Adana 2003[1]. Bu kaynağı eleştiren bir yazıyı daha önceden yazdığım için burada bu kaynağı tekrar konu edinecek değilim. Bu kaynaktaki tüm yapılan ilmi hataların teze de yansıdığı görülmektedir.
2.Fatma Değirmenci,  Fikret Aslan’ın çalışması için(s.13) “Belediyeden emekli Baskâtip Fikret Arslan'ın İmamoğlu ile ilgili bir araştırma ve incelemesi vardır. 02.03.1990-30.11.1993 tarihleri arasında hazırlanan bu araştırma yayımlanma ve dağıtılma imkânı bulamamıştır. Bu yayımlanmamış çalışmayı, İmamoğlu'nun kültürel yasamı açısından çok değerli ve takdire şayan buluyoruz.” diyerek eserin önemi vurgulamıştır. Ayrıca tezin kaynakça( s.224) kısmında da Fikret Aslan’ın “İmamoğlu İlçesinin Tarihçesi” isimli esere yer verilmiştir. Oysa Fatma Değirmenci değerli(!) bulduğu eseri nedense hiçbir dipnotta kaynak olarak göstermemiştir. Ayrıca Fikret Aslan’ın bu çalışmasının tarafımızdan 2008’de yayımlandığından dahi haberi yoktur.
3. Bir insan görmediği kaynağı niçin görmüş gibi gösterir bunu anlamak mümkün değil. Nitekim Fatma Değirmenci’nin de bu hataya düştüğü görülmektedir. “Sosyal ve Kültürel Yapısıyla İmamoğlu Tarihi” isimli bana ait olan çalışmam tezin kaynakça (s. 230) kısmında görülmektedir. Ne hikmetse bu çalışmam dipnotlarda kesinlikle görülmemektedir. Ayrıca tezde (s.5) İmamoğlu adının en eski kayıtlara göre 1899’a kadar gittiği belirtilmektedir. Oysaki benim çalışmamı görmüş olsaydı İmamoğlu’nun adının 1832’ye kadar gittiğini bilirdi.
3. Tezin ekler kısmındaki bazı fotoğraflar “Anılarda İmamoğlu[2]” isimli çalışmadan alınmış ama ne bu çalışmanın kaynakçasında ne de fotoğrafların kaynakçasında görülmemektedir.
Sonuç olarak tezin tarih ile ilgili kısımlarının ilmi hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü Recai Akyel’in başında bulunduğu bir komisyon tarafından hazırlanan eserin tekrarı niteliğindedir. Bu çalışmanın konusu İmamoğlu’nun halk kültürüdür ama İmamoğlu’nun tarihi üzerine de değinilmiştir. İmamoğlu tarihi konusunda rahatça ulaşabilecek kaynaklardan dahi adamakıllı yararlanılmamış –veya görülmemiş- olması bu tezin en büyük zaafıdır.



[1] Bu kitap için yaptığımız eleştirilerimiz için bkz: http://samilyazan.blogspot.com.tr/2013/04/imamoglu-tarihi-uzerine-yapilan.html
[2] http://samilyazan.blogspot.com.tr/2013/04/imamoglu-tarihi-uzerine-yapilan.html

10 Haziran 2016 Cuma

ÖĞRENCİLERİME

Şamil YAZAN
“ Sevgili öğrencilerim; Cemre, Seren, Arife Buse, Sultan, Şeyma, Esra, Tuğçe, Türkan, Duygu, Ayşegül ve Hacı’ya ithafen.”
Öğrencilerim; bir demirci nasıl demire şekil verirse bir öğretmen de insana şekil verir. Ama öğretmen bir insana şekil verirken sabırlı, hoşgörülü ve idealist olmalıdır. Çünkü iyi bir insan öyle kolay yetişmemektedir.  İşte öğretmenliğin en onurlu ve güzel yönüdür bu. Ne zamanki bir öğrencimin hayatına olumlu bir yönde etkimin olduğunu hissetsem bir çocuk mutlu olmaktayım.
Öğrencilerim, hayat inişli çıkışlı bir yola benzer. Bu yolda bazen ağlayacak ve bazen de güleceksiniz. Ama asla umudunuzu yitirmeyeceksiniz.  Nihal Atsız’ın dediği gibi: Umut, en son terk olunan şeydir.” Bu inişli çıkışlı yolda size ihanet eden dostlar olacak. Aynı zamanda sizin en zor gününüzde yanınızda olan dostlarda olacak. Bu yüzden hayatınız boyunca vefakâr ve vicdanlı dostlar biriktirin. Vefakâr dostlar biriktirin ki şu hayatın paylaştıkça güzel olduğunu anlayın.
Öğrencilerim, her insan bir gün ölecektir. Bu yüzden siz de geride güzel ve onurlu bir isim bırakın. İyi bir isim bırakın ki aileniz, vatanınız ve milletiniz sizi hep hayırla yâd etsin.

Öğrencilerim, yüzünüzden gülümseme eksik olmasın çünkü ben sizleri hep gülümseyen simanızla hatırlayacağım. Nezaketiniz, zarafetiniz ve neşe saçan kişiliğiniz bozulmansın.  Son olarak şunu bilin ki her aklıma geldiğiniz de yüzümde bir tebessüm belirecek ve kendi kendime sizleri “iyi ki tanımışım” diyeceğim. Allaha emanet olun.

27 Temmuz 2015 Pazartesi

HAYATIN KOMİK YANLARI III

Tutuş ALTAYLI
Kadın ve Erkek İlişkileri…
Dünyayı erkekler yönetir ama erkekleri de kadınlar yönetir derlerdi de inanmazdım. Ta ki bir olaya şahit olana kadar… Şahit olduğum olayı kahramanı genç bir kız ve genç bir erkek idi. Kız, uzun ve kıvırcık saçlı ve hatırladığım kadarıyla lise son sınıf öğrencisi idi. Erkek ise liseyi yeni bitirmiştir. Her ikisinin de sevgili oldukları her davranışlarından kolayca anlaşılmaktaydı. Bir gün bilmediğimiz bir sebepten kavga etmişler. Neyse ilk fırsatta genç adama “Ne oldu?” diye sorduk. Genç adama arkasına dönerek kız arkadaşının olmadığından emin olarak aynen şöyle dedi:” Kız milletine asla yüz vermeyeceksin.”  
Art Niyet ve Saflık Üzerine…
Radyo yayınların pek bir moda olduğu bir devirde ben de radyo dinlemeyi sevi yorumdum. Özellikle güzel türkü çıktı mı radyo dinlemek benim için daha keyifli olurdu. Neyse radyo dinlerken şahit olduğum bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Hangi radyo olduğunu bilmiyorum ama genç bir kız radyo aradı ve canlı yayında dostlarına sıradaki şarkıyı istedi. Spiker imanlı imalı: senin dostun çok mu?” diye sordu. Genç kız dost kelimesine yüklenen anlamı anlamayarak elbette çok dedi.
Kelimelerin Anlamlarına Dikkat Etmek Gerek…
            Daha öncede özel radyoların yaygınlaşmasıyla Adana’da özel radyolar artmaya başlamıştı. Sol kesim bu konuda tecrübeli idi. Sol radyolarda yayınların kalitesi ve spikerlerin diksiyonlarının güzellikleri hemen dikkati çekmekteydi. Sol radyoların yayında Sağ görülüşlü radyoların sayısından da belli artışla oldu. Ama Sağ görüşlü radyoların tecrübesizliği hemen dikkat çekmekteydi. İşte sağ görüşlü radyo olan Radyo Sancak’ta yaşanan canlı yayının faciasına konu edineceğim. Facia diyorum çünkü spiker kullandığı kelimeyi çok dikkatsiz bir şekilde kullanmış ve dikkatli bir dinleyiciden fırçayı yemişti. Neyse olayımızı anlatalım. Genç bir kız radyoyu aramış ve şarkı istemişti sevdikleri için. Spiker, genç kıza şöyle bir soru yöneltti: “Evli miyiz?” Aslında spiker “Evli misiniz?” diye sorması gerekiyordu. Durumu fark eden dikkatli bir dinleyici canlı yayına katılarak spikere ağzına ne geldiyse söyledi. Hatası geç anlayan spiker süt dökmüş kediye dönerek sesi soluğu çıkmaz olmuştu. Eee söz insanı rezil de eder vezir de eder. Ya da Yunus Emre’nin bir şiirde dediği gibi: “Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı.  Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz.”

KOZAN SANCAĞI ÜZERİNE NOTLAR III

Şamil YAZAN
Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlı Devleti’ni kötülemek pek muteber bir şey zannedilirdi. Bunu bir dereceye kadar olumlu karşılayabiliriz. Çünkü yeni kurulan her rejim kendi otoritesini yerleştirmek adına eski rejimi kötüleme yoluna gitmiştir. Dünyanın tüm medeniyetlerinde bir rejim yerleştikten sonra eski rejime bakış değişir. Artık eski rejime daha ilmi ve daha mantıklı bakılmaya çalışılmaya başlanır. Bizim toplumumuzda geçmişi değerlendirirken duygusallıktan uzaklaşamadığımız için Osmanlı ya kötüdür ya da iyidir.  Günümüzde Osmanlı’ya bakışımız belli ölçüde de olsa düzelmeye başlarken Neo-Osmancılık diye tuhaf bir anlayış ortaya çıktı. Bu anlayışın mensupları tarafından topluma şu görüş dikte edilmeye çalışılmaktadır: “Cumhuriyet kötü. Osmanlı iyi.” Oysaki Cumhuriyet Osmanlı Devletinin devamıdır. Neyse biz bu çalışmamızda II. Abdülhamit’in kendi öz tebaası olan Kozan Dağlarında yaşayan dağlılarına bakışını incelemeye çalışacağız.
II. Abdülhamit bir gün Amerikan elçisiyle görüşmektedir. Amerikan elçisinin “ Amerika’daki Kızılderililerin medenileştirilmesine aleyhtar olduğunu, bu sebeple bu sebeple okutulmalarına taraftar bulunmayıp tabii halde bırakılmalarını daha istifadeli olduğu hususundaki fikirlerini dinler. Bunun üzerine II. Abdülhamit, şöyle bir karar verir: Bizde de Arnavutlarla, Kozan Dağlarındaki dağlılara mektep açmak beyhudedir. Mektep şehirler içindir. Dağlıların cesaretlerinden faydalanmak için hissî muamele ile istifade etmeliyiz.”[1]
II. Abdülhamit’in Kozan Dağlarındaki dağlılar dediği yerler Çukurova’nın dağlık alanları olan Kozan ile Tufanbeyli arasındaki dağlık alanlardır. Şunu da belirtmek gerekir ki burada yaşayan dağlılar Varsak Türkmenleridir. Osmanlı kaynaklarında buraları Kozan Sancağı olarak geçmektedir. Kozan Sancağının en önemli yerleşim yerleri olan Sis(Kozan), Hacın(Saimbeyli) ve Feke’de Amerikan, Alman ve İtalyan Misyonerlerine ait birçok okul ve kuruluş vardır. Misyonerler sözde eğitim kurumları açmışlar ama gerçekte ise Ermenileri Osmanlı’ya karşı kışkırtmışlardır.[2] 
Rose Lambert isimli Amerikalı misyoner kadının, katır sırtında Kozan Dağlarına gelerek okul açması ne kadar manidardır. Aynı şekilde Osmanlı padişahının dağlılar için okulun gereksiz olduğunu inancına sahip olması Osmanlı Devleti’nin niye yıkıldığı konusunda bize herhalde fikir verir. Sonuç olarak Türk tarihinin her devrinde doğrular ve yanlışlar vardır. Önemli olan doğrularla övünürken yanlışlardan da ders çıkarabilmektir.



[1] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt VIII, TTK yay., Ankara 2007
[2] Ahmet Şerif, Anadolu’da Tanin, Cilt I,TTK yay. Ankara 1999

11 Temmuz 2015 Cumartesi

HAYATIN KOMİK YANLARI II

Tutuş ALTAYLI
İmam, Oruç ve Acelecilik Üzerine
Hayatımdan tanıdığım en ilginç imamlardan biri idi. Daha doğrusu imamlık bence alakası olmayan bir tipti. Bu yüzden bu imama “Hızlı İmam” imam diyeceğim. Zaten anlatacağım olayla ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hızlı İmam kısa boylu, hafif kirli sakallı ve göbekli idi. Biraz konuşunca imamlıkla alakasının olmadığı ve hatta imamlığı sadece para için yaptığı anlaşılıyor. Dini konuda hiçbir soruya cevap verdiğini hatırlamıyorum. Bu durum Hızlı İmamın kendini geliştirmediğini hatta kitap bile okumadığını göstermektedir.
Neyse Hızlı İmamı enine boyuna anlatacak değilim. Ben konuma geleyim. Hızlı imamla bir gün Ramazan ayında abimle gidiyoruz. Arabayı Hızlı imam kullanıyordu, abim imamın yanında ben de arkada oturuyordum. Vakit iftara çok yakın idi. Köyden Adana şehir merkezine Murat denilen bir araba ile gidiyorduk. İftar vakti yaklaştıkça Hızlı İmam acele ediyor ve arabanın gazına bastıkça basıyordu. Ramazan dolayısıyla trafikte sıkışıktı. Bu yüzden Hızlı İmam öndeki arabaları sağ ve sol yaparak hızlı bir şekilde geçiyordu. Tabiki bize de” öndeki arabayı nasıl geçtim?” diye de hava atmayı ihmal etmiyordu. Böyle hızlı bir şekilde giderken yine ışıklara yakalandık. Önümüzde de bir kamyon durdu. Hızlı İmam kamyonu sol yaparak geçim derken Hızlı İmam’ın kullandığı arabanın ön camının üstü kamyonun arakasının köşesine çarptı. Tabi olarak ön cam tamamen kırıldı. Allahtan kimseye bir şey olmadı. Herkes aşağıya indi. Allahtan bir tartışma çıkmadı. Hızlı İmam nerdeyse ağlayacaktı. Abim: “Hocam hem hata sizde üstelik ehliyet yok. O yüzden polis gelmeden gidelim” dedi. İkna olan Hızlı hocayla beraber olay yerinden ayrıldık. Bu olaydan ders alıp arabasını daha dikkatli kullanması gereken Hızlı İmam arabayı yine hızlı sürüyordu. Demek ki huylu huyundan vazgeçmiyor…
İmam, Marul ve Günah üzerine…
Hızlı İmam ile kardeşim beraber İmamın köyüne doğru giderkene tarlalarda marul görürler. Kardeşim biraz muzip bir insandı. Birazda Hocayla uğraşmak için: “Hocam ne güzel marullar. Yersek herhalde günah olmaz.” Der. Şevke gelen hoca hemen arabayı durdurur. Kardeşim hemen ağız değiştirmiş: Hocam olur mu? Bir marul için günah mı girelim.” der. Hızlı İmam marul yemekle yememek arasında bir çelişki yaşar ve kardeşimin teşvikiyle bir marul yüzünden günaha girmekten vazgeçer.
Namaz, İmam ve Sinirlenmek Üzerine

Hızlı İmam neye sinirlendiyse iyi sinirlenmiş. Tam bu sırada namaz vakti gelmiş. Hocaya hanımı namaz vakti hatırlatmış. Hoca o kadar sinirlenmiş ki : “Bana ne bana ne!! Sanki bana para mı veriyorlar!!”

23 Haziran 2015 Salı

HAYATIN KOMİK YANLARI-1

Tutuş ALTAYLI
Yaşlı Kadın ve Yaşlı Adam
Yaşlı kadın pencereden baktı. Kocasının yanında tanımadığı biri vardı. Kadın anladı ki kocasının işi vardı. Bu yüzden hiç seslenmeden geri gitti. Yaşlı adam karısının kendisine baktığını geç fark etti. Yaşlı adam geçmişin verdiği doğallık ve samimiyetle karısına seslendi: “Ne diyon LAN”
Kanuni Hak Dedikleri  
Genç adam öğle sonu hastaneye gitti. Herkes gibi oda sıra numarası alıp sırasını beklemeye başladı. Sonunda sıra geldi ve doktorun odasına girdi. Doktor bayandı. Doktorun bayan olmasından dolayı ilk önce tereddüt yaşadı. Çünkü kadın çalışma arkadaşlarıyla sık sık sorun yaşamıştı. Kadınların gereksiz konulara takılıp kalmasına çalıştığı yerde sık sık huzursuz olmuştu. Ayrıca kadınların kanuni haklara sığınıp birçok kimseyi mağdur ettiğine sık sık rastlamıştı. Ama sonra kendi kendinden utandı. Çünkü “her insan yanı olmazdı. İster kadın olsun ister erkek olsun önemli olanın insanın işini düzgün yapmasıdır.” dedi kendi kendine. Doktor genç adamın şikâyetini dinleyip genç adamı filme gönderdi. Genç adam filmi çektirip tekrar doktorun yanına geldi. Geldiğinde kadın doktorun odasının kapalı olduğunu gördü. Sekreter bayana doktoru sordu. Sekreter, Doktorun süt iznine ayrıldığını belirtti. Genç adam bu durum karşısında “Ben ne olacağım.” dedi. Sekreter hemcinsini savunmanın verdiği gururla:” Kanuni hakkı beyefendi” dedi. Tamam, da ben ne olacağım dedi Genç Adam. Sekreter umursamaz bir tavırla başka doktora rica edin o baksın dedi. Genç adam bir anda kendi kendine : “Kadın doktorun kanuni hakkı var ama benim hasta(?) hakkım yok diye düşündü. Önemli olanın zaten onun hakkıydı. Bu yüzden benim mağdur olmamın bir anlamı yoktu. O yüzen mağdur olmakla beraber başka doktordan muayene olmak içinde ricacı olması gerekende(?) benim” diye düşündü. Sonra kadın doktoru ilk gördüğünde düşündükleri geldi ve kendi kendine gülerek muayene olmadan hastaneden ayrıldı.
Elektrik Meselesi

Bir gün öğretmen arkadaşım Fen Bilgisi dersinde elektrik konusunu işlemekteydi. Elektrik çeşitlerini anlatırken bir öğrenci parmak kaldırır. Öğretmen arkadaşım öğrenci herhalde ciddi bir soru soracak diye düşünerek öğrenciye sor der. Öğrenci: ”Televizyonda kadın adama senden elektrik alamadım diyor. Bu nasıl bir elektrik hocam…” Ben arkadaşıma herhalde öğrenci dalga geçmeye çalışmış dedim. Arkadaşım bana dönerek ciddi bir şekilde: “hayır hocam öğrenci o soruyu sorarken gayet ciddi idi.” Ben şimdi bu öğrenciye ne diyeyim: herkes herkesten elektrik almak zorunda değildirJ))

15 Mayıs 2015 Cuma

GÖNDERİLMEMİŞ BİR MEKTUP

Tutuş Altaylı

Ey güzellerin güzeli anneciğim!

Ben bu mektubu yazarken yüreğimde acı ve gözlerimde nem var. Oysa ben bu mektubu sen vefat etmeden önce kaleme almaya başlamıştım. Ama dünyanın gelip geçiciliğine fazlamı daldım yoksa hayırlı bir evlat mı olamadım nedendir bilinmez sana yazacağımı mektubu bitirmek nasip olamadı gitti. Bak sen vefat etmeden önce ne yazmışım:

“Bir gece yüreğime bir çiğ damlası kadar bir korku düştü.  Bu korku bir sırtlan edasında tüm bedenime tüm ruhuma üşüştü. Ya bir sabah sensiz uyanırsam diye anne! Söyle anne söyle… Senin yokluğunu evlât sevgisi veya kardeş sevgisi doldurur mu Anne? Vardan öte, yoktan öte bir sevgiymiş: Ana sevgisi. Yüreğimim sessiz çığlığı duyulur mu sensizlikte? Anne: duygularım çıplak ve acizdir sensizlikte! “

Evet, annem yukarıda bahsettiğim korku ağustos ayının üçünde gerçekleşti. Artık ne zaman çocuğunu seven bir anne görsem içim burkulacak. Ya da olmadık yerde aklıma geleceksin bende tüm gözyaşlarımı içime akıtacağım. Bazen de gözyaşlarımı saklamaya çalışacağım çevremdeki tüm insanlardan
Artık öksüz bir çocuğum ve de bu duyguyla yaşamayı öğrenmeye çalışacağım. Çalışacağım diyorum ama alışacağım diyemiyorum. Söyle nasıl derim Anne! Diyemem çünkü ben “Unutmak ihanettir, Unutturmadık unutmayacağız.” diyen bir anlayışın sevdalısıyım. O yüzden ben seni unutacağım ne de seni unutturacağım.

Oğlun Şamil